Cemal Süreya bu satırları yıllar önce yazmış: “Bugün edebiyatımızda gözlemlenen ilginç yanlardan biri de yazarlarımızın arasındaki sevgi bağının giderek azalmış, yitip gitmiş olmasıdır. Bu da, bir yerde, edebiyat sevgimizin yitmesine kadar uzanan sonuçlar doğuruyor. Bir şairin şairleri sevmeyişi, şiiri sevmeyişi düşünülebilir mi? (…) Ne yazık ki edebiyatımızda nicedir böyle bir durum var. Bunu yalnızca siyasal tavırlardaki bölünmelerle de açıklayamayız. (…) Kısaca, hepimiz kötüyüz. Sevmiyoruz birbirimizi. İki yüzlüyüz. (…) (Günübirlik, Adam Yayınları, 1982, sayfa 9, 10.)
Bugün biz ne durumdayız? Edebiyat âleminden siyaset sahnesine ve medya dünyasına kadar. Evvela şunu söyleyelim: Başkalarına gösterdiğimiz hoşgörünün küçük bir kısmını dahi kendi kardeşlerimize göstermiyoruz. İlgimizi onlardan esirgiyoruz.
O halde, soralım: Günün sonunda, uykuya giderken, kendimizden memnun ayrılıyor muyuz?
Gıdası düşmanlık olan insanlar vardır. Onlardan biri miyiz, değil miyiz?
Hayatın her anında ve alanında keskin önyargılar ve yorucu ayrışmalar artıyor. İtimat, insanların arasından hızla ve acıyla çekiliyor.
Vaziyetimize hiç bakmadan, bütün gün kusur arayıp duruyoruz. Dışlamak, damgalamak, önünü kesmek, küçük düşürmek, tekfir etmek için. Camiamızın son birkaç gününe bakmak, gidişat hakkında yeterli fikri verecektir.
İsmail Kılıçarslan, geçenlerde Balkanlar'ın bir şehrine gitti. Orada etkinliğe katılıp şiir okudu. Dönüşte, izlenimlerini köşesinde yazdı. Yazının duyurusunu twitter hesabından yaptı. Ve altına 'yapıştırılan' bir 'takipçi' yorumu: “Yazını okumadım ama ne yazdığını tahmin ediyorum, çünkü kendinizi bir insana kul etmişsiniz. Yazık, Allah ıslah etsin.” Konu ile tepki birbirlerinden o kadar ayrı ki, asla bir araya gelemezler. Zaten önyargı da böyle bir şey değil mi? Ne yaparsanız yapın, anlatamazsınız. Anlasa da anlamaz.
Peki, mümin tavrı nedir, nasıldır? Bir ipucu: 'Söylersen hak söyle, söylemezsen sükût eyle.'
Evet, topraklarımız içinde büyük bir kötülük / düşmanlık birikiyor. İyilik her geçen gün soluyor.
İki yılda üç büyük kırılma yaşadık. Diyelim ki, toplumsal fay hatları hareket etti, yerinden oynadı.
Birincisi, günü kurtarmak ile yarını kurmak isteyenler arasındaydı. Ağaçla başladı, yeni havalimanı ve üçüncü köprü inşaatlarının iptali isteğiyle bitti. Bitti mi sahiden?
İkincisi için diyecek bir söz bulamıyorum. Belki bir film repliği: Meğer hepsi yalanmış.
Üçüncüsü, büyüyerek devam ediyor. Buraya, şu notumuzu ekleyelim: 8 Eylül günü, ülkemizin bütün camilerinden, şehitler için salâ verildi. Minarelerden göğe yükselen, evlerimize ulaşan o yanık ses kimlere dokunmuşsa, Türkiye, işte onlardan oluşuyor.
Dertlerimizden biri de, bu insanların kendi aralarındaki münasebetleri.Bizi en çok üzen konulardan biri de, birbirlerine düşkün olması gerekenlerin düşmanlığı.
Ülkemiz, büyük bir şantiye sahasına dönüştü. Havalimanları, köprüler, yollar, tüneller, barajlar, devasa binalar. Hangi birini sayalım? Denizin üstü ile altı neredeyse bir oldu. Ulaşım kolay ve rahat. Hızlandık.
Şahitliğimiz şu: Beldeler birbirine yaklaşırken, insanlar birbirinden uzaklaşıyor. Kalplere soğukluk giriyor. Yalnızca farklı partilerin mensupları arasında değil, muhitlerin içinde de.
İnsanın sadece başkalarıyla değil, kendisiyle de arası açılıyor. Bunca olumsuzluğun, fenalığın nedenlerinden biri de bu. Bir merak: Kötülerden ve kötülükten medet uman, kirli ittifaklara girişen bir insan, Allah'a nasıl dua eder? Ondan ne ister?
Yollar, köprüler, tüneller; hepsine tamam. Bunlar yapılsın. Öte yandan, şunu da artık anlamamız gerekiyor: İslâmlığa ve insanlığa daha çok çalışmalıyız. Kazanırken kaybettiğimiz bir şey var: İnsan.
Binalardan önce, maddiyattan önce, insanı tahkim etmeliyiz. Emeğe hürmeti, büyüklerin izzetini korumayı, şerefli davranmayı, haysiyet ve hamiyeti, kalbin anlamını, kul hakkını, hakkaniyetli olmayı, hesap gününün varlığını. Bunların hepsi, futbol maçından veya parti mitinginden daha mı değersiz? Duble yollardan? Bu soruya, inanıyorum ki kimse 'evet' demez, diyemez.
Elbette şunu da görüyoruz, biliyoruz: Hiçbir şey yapmadan her şey olmak isteyenlerin çağındayız.
16 Eylül 2015 - İbrahim TENEKECİ