GÜL YAPRAĞI
Eskiden bir dergâh, bilgeliğin sırlarını aramak için gelenleri kabul ediyordu. Burada geçerli olan incelik, anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti. Bir gün dergâhın kapısına bir yabancı geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi. Burada kalple konuşmaya inanılıyordu, o yüzden kapıda herhangi bir tokmak veya zil yoktu. Bir süre sonra kapı açıldı. İçerideki şeyh kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan sonra sözsüz konuşmaları başladı. Gelen yabancı, dergâha girmek ve burada kalmak istiyordu. Şeyh bir süre kayboldu. Sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı. Bu, yeni bir kişiyi kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti. Yabancı, dergâhın bahçesine döndü. Bahçeden aldığı bir gül yaprağını kabın içindeki suyun üstüne bıraktı. Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı. Bu da ben burada kalırsam suyu taşırmam anlamına geliyordu. İçerideki şeyh saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı.
Kıssadan Hisse: “Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardır.”