Ben Kaybettim Be Cemal’im!
Cahit abi, hem içine hem de dışına yaralı bir güzel adamdı. Yüzünün sol yanını olduğu gibi kaplayan yanık izleri ile iyice gerilmiş deriler bile güzel adam oluşunu gölgeleyemiyordu.
Anlatmazdı ama bilirdik. Küçükken çalıştığı sanayide ustasına falçatayla inceden girişmiş Cahit abi. Sebebini sorma ki kötülüğü anlatmak zorunda kalmayayım. Kesmemesi gereken bir damarını kesmiş herifin. Ustası can havliyle yanık yağ kabını fırlatmış o zamanlar el kadar bebe olan Cahit abiye. Leş herifi hastaneye yetiştirmeye çabalamışlar ama nafile. Yanık izi o mevzudan kalmaymış işte.
Islahevi, askerlik, köyden akrabası Halime ablayla evlilik derken sivrilip gelmiş Cahit abi. Rahmetli babasının tek evladı olduğundan, vefatından sonra tarlalar öyle böyle para etmiş. ‘Şu olurdu, bu olmazdı’ derken kasasında mevsimine göre domates-biber yahut patates-soğan satacağı bir kamyonet almaya karar vermiş. Camiden çıkma bir hapollörle bir mikrofon uydurup başlamış evine ekmek getirmeye.
Ekmek dediysek cancağızım, hepi topu bir kamyonetin kasası. Kaç kilo satacan da kaç para kazanacan? Arabanın mazotu var, tamiri var, sebzenin çürüğü var, çarığı var. Ruhsatlı tabii de, yine de zabıtanın çorbasıydı, sigarasıydı falan hani. Kıt kanaat geçim etmiş işte Cahit abi. Rahmetli anasının ismini verdiği Ayşe’siyle rahmetli babasının adını verdiği Mustafa’sını muhannete muhtaç etmeden büyütmenin derdine düşmüş.
Sırtında beyaz ceket, ayağında yumurta topukla eski namlı kabadayı, mahallelimizin racon kesicisi, İhsan baba derdi ki, ‘baba oldu muydun bu Cahit gibi olacan. Ayşe’si doğduğu gün son kerre uğradı kahveye. Helallik aldı. ‘Ben bundan sonra baba oldum. Artık buralara uğramak bana yaramaz da yakışmaz da’ dedi. ‘Lan oğlum biz de babayız’ dedi kahve milleti ama kulak asmadı bizimki. Son gelişi oldu. Cumayı mumayı aksatmaz oldu. Arada rakı içerdik, onu da bıraktı.’
Laf buraya geldi mi İhsan babaya takılması bendendi. ‘Sen hala içiyormuşsun arada İhsan baba.’ Ben böyle dedi mi kızardı İhsan baba. Hani yerinden kalkabilse cebindeki son kabadayılık yadigârı sedef sustalıyı şak diye açacak da burnumun ucuna yaklaştıracak gibi öfkelenirdi. ‘Kim demiş len onu? Şart olsun bıraktım haca gittikten kelli. Kâbe’nin suyundan içen adam ağzına rakı koyabilir mi len? Marmara çırası gibi yakar kurban olduğum Rabbım. Bıraktım kara koçum. Zor oldu amma bıraktım.’
Sonra ne İhsan baba kaldı, ne Cahit abi, ne de çınarında gölgelendiğimiz mahallemiz.
Mahalleden adı konulmamış bir kentsel dönüşüm geçti. Boyu yere yakın, eli kıçında bir müteahhit geldi, ‘buraları site yapacam, kendi aranızda anlaşın’ dedi. Eh, yolun çamurundan, sobanın kurumundan bıkan mahallelinin canına minnet. Millet müteahhittin ‘bitmiş evlerim var. Kayaş’ta, Altındağ’da… İster hemen oralardan bir daire vereyim, ister mahallede birer ev tutayım da site bitince geçin dairenize’ deyişi işleri karıştırdı. Mahallenin yarısı göçü tutup yollandı Kayaş, Altındağ taraflarına. Biz yerimizde kaldık. Cahit abiler de geçip gittiler.
Vay be, demek yaşlanmışız. Bu dediğim 15 yıl oluyor.
Bir yıl kadar önce bir cenaze vesilesiyle memlekete gittiğimde gördüm Cahit abiyi. İyice yaşlanmış. Sarıldı uzun uzun. Çok takdir etti beni. ‘Bugüne bugün mahallemizden bir savcı çıktı be Cemal, çok gururlandık vallaha’ dedi.
‘Seninkiler ne yaptı abi’ dedim.
Gözlerindeki ışılamayı görmeniz lazımdı. ‘Ayşe doktor çıktı abisi’ dedi, ‘uzmanlığa hazırlanıyor. Mustafa da inşaat mühendisliği son sınıf…’
‘Okumuşlar abi’ dedim. Mezarın söğütlerinden birinin altında durdu, soluklandı. ‘Okudular ya Cemalim, okudular’ dedi. Eski, uzak bir kuyudan konuşur gibi ekledi sonra: ‘Okusunlar diye 25 yıldır kahveye gitmiyorum ben. Sigarayı bıraktım. Senede bir çift alırdım ayakkabıyı, iki senede bire çıkarttım. Günde sekiz saat çalışırdım, on ikiye çıkartım. Okusunlar istedim Cemalim.’
Sustu, birkaç adım attı. Belli, lafı bitmemişti, bekledim. ‘Biz yolumuzu erken şaşırdık be Cemal. De ki pişman mısın, değilim. Bugün olsa bugün yine çekerim falçatayı, indiririm o herifi. Ama o iş değil. İş başka. Ben kaybettim be Cemal’im. Benim kaybettiğimi çocuklarım bulsun dedim.’
Haberi alınca ‘cız’ deyip bir şey geçti kalbimden. Cahit abinin yaralı yüzü, daha da yaralı gönlü ve evladının mezuniyetini bekleyen inadı geçti. ‘Üç günlük dünya’ yazdım deftere, ‘senden geriye ne kalacağını seç ki rahat edesin.’
‘Kanser’ demiş doktorlar, ‘hızlı ilerliyor, hastanızın iki ayı var-yok’ demişler. Cahit abi inatçı çıkmış. 6 ay beklemiş. Mustafa elinde mezuniyet belgesiyle çıkıp geldikten iki gün sonra sabaha karşı emaneti teslim etmiş. Cahit Abiden geriye bin bir emekle yetiştirdiği iki güzel insan ve güzel hatıralar kaldı.
(İsmail Kılıçarslan - 15.10.2017 Yeni Şafak)