KADIN NEDEN BEĞENİLMEK İSTER?
Herkesin bildiği vücut ve ruh farkları bir yana, kadını erkekten ayıran önemli bir fark vardır. Aşağı yukarı ötekilerin temeli bu fark. Kadın özgecidir, daha doğrusu merkezi dışındadır. Yani nazlarının da kaygılarının da bir başkasıdır kaynağı. Sevdiği ve sevilmek istediği biri: Koca, çocuklar, baba, dost vs...
Çevresindekilerin ne sevinçlerine yabancı kalabilir, ne acılarına; kadın onlarsız kâm alamaz hayattan. Onlara beğendirmek için yapar, onlar beğenmiyor diye yıkar. Onların hoşuna gitmeye çalışır. Damak zevkleri de kulak, göz, kafa zevkleri de vızgelir kadına. Düşündüğü ve kendisini düşünen biri yoksa, kendisiyle beraber kâm alacağı, kendisiyle beraber hareket edeceği, kendisi için hareket edeceği biri yoksa zevk almaz hayattan, çalışamaz, iş göremez. Başkaları için yaşamaya can atan kadın, kendisini başkalarına feda etmeye hazır olan kadın, başkalarından gördüğü iyiliklere sonsuz bir minnettarlık görmeyince, başkaları kendisiyle ilgilenmeyince, kendisi için yaşayan, kendisi için hayatını fedadan çekinmeyen biri olmayınca mahvolur. Böyle birine kavuşunca coşar, üzülüyorsa böyle birinden mahrum olduğu içindir. Asabiyetleri, böyle birini beklediğinden. Aydınlatacağı biri yoksa, alevi söner kadının.
Çocuklara bakınız: Kız, bebeklere düşkündür. Erkek, tüfeğe. Kız, anne olmak ister, öğretmen, hastabakıcı olmak ister. Küçüklerle oynamaktan, onları okşamaktan, okşanmaktan hoşlanır. Kendisini annesine veya hocasına beğendirmek için deli divâne olur. Erkek kendinden büyüklerini arar. Ya arabacı olmak ister, ya general. Kumanda edecek, herkes boyun eğecek ona.
Kadının hayatında en bahtiyar çağ, bütün varlığını ailesine, bütün varlığını cemiyete verebildiği çağdır. Gerçek ve tabiî bir heyecan. Kendi başkaları için çırpınır, başkaları onun için. Kadın çocuğu için hem sütanne, hem terbiyeci, hem sevgili olduğu yıllarda bahtiyardır.
Uğrunda didineceği kimsesi yoksa, kendisine bağlanacağı, kendine bağlayacağı kimsesi yoksa; ölür gider kadın. Evlenmemiş bir kız düşünün. Ne kardeşi var, ne yeğeni. Sevmiyor ve sevilmiyor. Acılarını dindirecek kimsesi yok. Fedakârlık edemiyor. Duyguları hiç kimsenin işine yaramıyor, ne öğretmen, ne hemşire. Canlı bir hedefi yok. Ne olur bu kızcağız? Solar ve kurur. İşsizlik, ilgisizlik, en büyük felâket kadın için. Heyecansız bir hayat, bağlanamamak, kendine bağlayamam ak. Ölümden beter.[377]
Kadın Neden Başkası İçin Yaşar?
Yalnız kadın mı? Dişi hayvanlar da, bitkiler de başkası için yaşar. Çiçekler taç yapraklarını feda'ederler aşka. Dişi, kendini feda etmese, hayat bir hamlede sona ererdi. Kadının bu fedakârlığı daha derin bir ilahî ilhamdan kaynaklanır.
Kadın egoizmden mahrum. Yani bel kemiksiz. Bunun için erkeğe muhtaç. Sabit bir noktaya ihtiyacı var. Yoksa rüzgârın önünde bocalar durur. Belli bir hedefe yöneltilmek zorundadır.
Bu susuzluk, zekâ noksanından doğuyormuş. Kötü bir terbiyenin eseriymiş. Yalan... En iyi terbiye bile kadının başkasına dayanma hasletini yok edemez. Bilâkis zekâsı geliştikçe bu ihtiyaç da büyür. Kendini bir kasırgaya tutulmuş hisseder kadın: Düşünceler, düşünceler. Hangisini seçecek? Hangisine inanacak? Değeri ne bunların? Ne işe yararlar? Kadının zekâsı: Seziştir, muhakemeye dayanmaz. Bu zekâ, uçarak varır hedefe. Adım adım değil. Ama neden varır? Nasıl varır. Bulduğu gerçeğin kendisi midir? Bu sualler mahveder onu. Demek kadın zekî olduğu ölçüde kendisine destek olacak bir başka zekâya muhtaç. Kendisininkinden farklı bir zekâya. Zekâsını tamamlayacak bu zekâ, aydınlatacak, sezişlerini değerlendirecek. Yoksa limonlukta yetiştirilen çiçekler gibi yaprak yaprak dökülür bu zekâ. Kır çiçekleri kadar olsun yaşayamaz.
Kadın, kadın kaldıkça desteksiz edemez.
Ya arzularını feda edecek, ya menfaatlerini...
Gerçek sevinci feragatte bulmuş kadın. Annelikte bulmuş. Kendini çevresindekilere adamakta bulmuş. Ve tarih boyunca menfaatleriyle gönlü arasında sallanmış durmuş kadın, rakkas gibi. Menfaatlerini feminizm bayraklaştırmış, gönlünü annelik doyurmuş. Kendini bir ara iç güdülerine bırakmış kadın, ama yine hayâl kırıklığına uğramış, etrafındakilerin nankörlüğü kahretmiş onu. Yine akla koşmuş, yine menfaatlerinin sesine kulak kabartmış. Çok geçmeden boşlukta duymuş kendini ve tekrar aşka dönmüş.[378]
Kadının Mutluluğu Erkeğin Terbiyesine Bağlı
Erkeğin tatmadığı bir acı bu. İstediği, iradesine tâbi olun. Menfaatleri çok defa arzulariyle ahenk halinde... Kadını mes'ut etmek için erkeği terbiye etmek lâzım...
Kadının kurbanı olduğu trajedilerin kaynağı olan aksi tesadüfler, ne beşeri kanunlar, ne erkeklerin kötü oluşudur. Bu facianın kaynağı kadının misyonu... Başkalarına ihtiyacı oluşu, başkalarını sevişi... Başkaları tarafından sevilmek isteyişi... Kanunî durumunu düzeltmişiz, mes'ut olacak değil ki. Kadını mes'ut etmek için erkeği terbiye etmek lâzım. Erkek kadını daha iyi anlamalı, ona daha iyi yardım edebilmeli ki, acıları dinsin, kadının. Kızının bütün ruhunu tanıyan baba onun istikbâlinden niçin endişe eder? Yeteri derecede siyasî haklara sahip olamayacağı için mi? Yoksa erkeğin hâkimiyetine karşı kanunların kızını koruyamayacağından mı? Hayır, nasıl bir facia içine yuvarlandığını bildiği için tasalanır. İnsanları tanıdığı için tasalanır. Tasalanır, çünkü genç kadının kendine güvenini kibir, çırpınışlarını bencillik, hassasiyetini budalalık, idealizmini yapmacık sanacaklardır. Kızı da insanları onun kadar tanısaydı, yahut insanlar kızını kendi tanıyabildiği gibi tamyabilseler idi ne kadar, ne kadar rahat olurdu.
Aslına bakarsanız, toplumun durumu da babanınkinden farksız. Kadını arzularını tanımadan onu nasıl mutluluğa eriştirebilirîz, onu ve onunla birlikte erkeği, yani cemiyeti. Bunun için hem erkeği, hem kadını aydınlatmak, ikisini de faydasız anlaşmazlıklardan kurtarmak lâzım...
CEMİL MERİÇ