AYIN SÖZÜ
ARTIK AŞKLAR DA PELTEKLEŞTİ.
GÜNÜMÜZ GENÇLERİ "SEN" YERİNE "TENİ" SEVER OLDULAR...
***
AYIN TAVSİYESİ
Güneş gibi durman gereken yerde dur. Ne fazla yaklaşıp yak, ne de uzaklaşıp buz kestir !
***
KÜLTÜR YAZISI
İrfanı hisarla kuşatmış Doğu, mâbede bezirgân sokmamış. Yıllarca davar gütmüş, odun taşımış çömez... Meşaleyi çetin imtihanlardan sonra tutuşturmuşlar eline. "Emanetleri ehline tevdi ediniz." demiş din.
Mürit: ceset. Can: mürşidin nefesi. Hint'te hocaların soyadı taşınırmış. Karabetlerin en mukaddesi, şakirtle üstad arasındaki bağ.
Asırlar geçti, birer birer söndü meşaleler. İrfan asâletini kaybetti. Hafızaya çakıl taşı gibi saplanan bilgi kırıntılarına yeni bir ad bulduk: kültür.
Genç kuşaklar, Batı’nın bit pazarlarından ithal edilmiş bu hazır elbiselere küçümseyerek bakıyor.
Hoca öğretmen oldu, talebe öğrenci. öğretmen ne demek?
Ne soğuk, ne haysiyetsiz, ne çirkin kelime.
Hoca öğretmez, yetiştirir, aydınlatır, yaratır. öğrenci ne demek?
Talebe isteyendir; isteyen, arayan, susayan.
CEMİL MERİÇ
***
AYIN AKTÜEL YAZISI
Sözlük, "kışçı" kelimesine şu karşılığı veriyor: Ufak bir suç işleyip kışı mahpushanede geçiren kimse.
Eskiden, özellikle kışı sert geçen bölgelerde, bu "uygulama" çok yaygınmış.
Buradan yola çıkarak, "kışı geçirecek yer lazım bana / dünya olsun bu, olur mu?" diye yazmıştım. Malum: Bir suç işledik ve dünyaya gönderildik.
Dünyada misafiriz. Kalıcı olan tek şey ölümdür. Evsahibi gibi davranırsak, gider Mali"yi bombalarız, masum ülkeleri işgal ederiz, mazlumların ahını alırız, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarız.
Gelip geçici olduğumuz bir yere alışmak, yabancılık çekmemek, bana her zaman garip gelmiştir. İsmet Özel"in "dünyaya alışan şiir yazamaz" demesi bundan.
Yetmiş iki yaşındaki bir amcaya "Allah uzun ömür versin" demiştim de, şu cevabı almıştım: "Evladım, uzun ömür iyi değildir."
***
Dünya işleri yorar, yaralar. Trafikte, sadece sizin dikkatli olmanız yetmez, karşı tarafın da dikkatli olması gerekir. Böyle bir şey.
Ebu Hanife, "mecbur kalmadıkça alış-veriş işleriyle uğraşmayın" demiştir. Hazreti Ali, "dünyaya ait bir şeye ulaşamadığınızda veya onu kaybettiğinizde, sakın üzülmeyin" diye uyarmıştır. Önemli olan, kendimizi kaybetmemektir. Ne var ki, kız çocukları hariç, hiçbir şeye "yeter" demiyoruz. Ömrümüz, başka ömürlere imrenmekle geçiyor.
Misafiri olduğumuz bir mekânın yerlisi olmak, tam manasıyla yerini bulmak, ne derece mümkündür?
Kabul ediyorum; edebiyattan siyasete kadar, bütün bu işler, biraz da yerini bulma meselesidir. Yerinizi bulamadığınız vakit, söyledikleriniz doğru bile olsa, yersiz oluyor.
Öte yandan, bir yerde uzun seneler bulunmanız yahut çalışmanız, oraya ait olduğunuz anlamına da gelmiyor. Bir gün, varsa eğer, ceketinizi de alıp gidiyorsunuz. İşte teselli: "İnsanın yerini bulması zordur. Fakat hak ve hakkaniyet, her daim yerini bulur."
Bazı kimseler, çok bildikleri için, "insanlar gider, kurumlar kalır" diyor. Biz de diyoruz ki, hangi kurumlar kalmış? Hatta devletler?
***
Tabiata biraz merakı olanlar, çiçeklerin yerlerini ve topraklarını sevmeleri lazım geldiğini bilirler. Küpe, sardunya vb. Yerini beğenmeyen/yadırgayan çiçek, önce "yaprak neşesi"ni kaybeder, sonra da solup gider. En pahalı yöntemleri uygulasanız da fayda etmez.
İnsanlar da böyledir. Bu benzerliği en iyi anlatan örneği Borges"in bir öyküsünde okumuştum. Aklımda kaldığı kadarıyla, kısaca anlatayım: Olay, Endülüs"te geçiyor. Endülüslü bir Müslüman, beraberlerinde İspanya"ya getirip diktikleri palmiye ağaçlarından birine yaslanıp şu şiiri okuyor: "Sen de ey palmiye sen de / Yabancısın bu toprağa."
Şimdi diyorum ki, bir çiçek kadar olamayan insanlar var. İlk kez girdikleri bir yere hemen alışan, hiç yabancılık çekmeyen, yerini yadırgamayan insanlar. "Kardeşim oluyor yerini yadırgayan" dizesini yazmış biri olarak söylemem gerekirse, böyle kimselerden pek hazzetmiyorum.
En iyisi, hiçbir yerin yerlisi olmamak, hep yabancı kalmak...
Ne yaparsak yapalım, dünyaya kanmamız mümkün değildir. Deniz suyu içmek gibi.
Turgut Uyar, "bir ölünün ilk akşamı" üzerinden dünyayı hatırlatır. Biz de öyle yapalım.
Madem burada kalıcı değiliz, kış bitince ayrılacağız; dünyanın "gözümüze kaçmasına", gönlümüzde yer etmesine razı olmayalım.
Asıl mesele, yolculuğumuzun sonunda, başkalarının değil de, kendi gözümüzün içine rahatlıkla bakabilmektir.
(İbrahim Tenekeci - Yeni Şafak)
***
AYIN ŞİİRİ
Tohum saç, bitmezse toprak utansın!
Hedefe varmayan mızrak utansın!
Hey gidi küheylan, koşmana bak sen!
Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!
Eski çınar şimdi noel ağacı;
Dallarda iğreti yaprak utansın!
Ustada kalırsa bu öksüz yapı,
Onu sürdürmeyen çırak utansın!
Ölümden ilerde varış dediğin,
Geride ne varsa bırak utansın!
Ey binbir tanede solmayan tek renk;
Bayraklaşamıyorsan bayrak utansın!
NECİP FAZIL
***
AYIN HABERİ
Sözde Ermeni soykırımına itiraza ceza getiren yasanın Fransa Meclisi’nden geçmesiyle tepkileri üzerine çeken Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin soyadı Türkiye’de tuvalet kâğıdı markası oluyor.
Habertürk'ün haberine göre Nurpa Isı Gereçleri, Sarkozy markasının kullanım hakkı için Türk Patent Enstitüsü’ne başvurdu. Firmanın sahibi Erol Akdeniz, “Sarkozy.com.tr sitesinde de bu markayla satış yapacağız. Kayserili olduğum için ambalajın üzerine ‘Made in Kayseri’ yazdırdım. Ürün tuvalet kâğıdıyla sınırlı kalmayacak. Tuvalet kâğıdından sonra aynı marka altında bebek bezi ve çöp kovası da çıkaracağız” dedi.
***
BİR DE BUNLAR VAR !